Ekonomim’den Doğan Selçuk Öztürk’ün röportajından alıntı
Hayat hikâyenizi kısaca anlatır mısınız?
Önce İstanbul Erkek Lisesi’ni, ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdim. Üniversiteden sonra o zamanın en büyük deri firması olan Kazlı Deri Sanayi’de ihracat bölümünde işe başladım, 5 sene içinde en alt kadrolardan başlayarak gerek konfeksiyon gerek pazarlama olarak en üst seviyelere geldim. “Bu işi öğrendim, kendim de küçük bir atölye kurabilirim” diye düşündüm. Beş yıl sonra oradan ayrıldım. Çok girişkendim, yerimde duramıyordum… Babamdan kalan mütevazı daireyi satarak 5 makine ile Derimod’u kurdum. Sene 1974. Tamamen ihracata dönük üretim yapıyordum, o devirde lisan bilmek çok önemliydi, ben de hem Almanca hem de İngilizce iyi biliyordum. İki sene sonra kız kardeşim Zerrin Zaim de bize katıldı. Ben gaz, o fren, böyle böyle bir yerlere geldik. İlk zamanlar frenlenmesi zor bir girişimciydim. Ancak şimdi sakinleştim.
Deri ürünlerin piyasadaki durumunu o yıllardan bugüne nasıl değerlendirirsiniz?
İşler büyürken o zaman Almanya’nın moda merkezi olan Düsseldorf’da bir firma kurduk ve pazarlamamızı oradan yapmaya başladık. Derimod ismiyle Avrupa’da 100’den fazla moda fuarına katıldık. Birçok tekstil firması ihracat birliklerinin teşvikleri ile Türkiye adına katılırken biz Avrupa firması olarak kendi ismimizle katılıyorduk. Hem kendi koleksiyonumuzu satıyor hem de dünyanın tanınmış markalarına üretim yapıyorduk. 80’li yıllarda Türkiye’de deri ceketi polisler, şoförler ve tramvay vatmanları giyerdi. Deri ceketler genelde soğuktan korunmak için giyilirdi ve renkler de siyah veya kahveydi.
Zeytinburnu sahil yolundaki fabrika binasının altına bir mağaza açtık. “Deriyi kumaş gibi işlemek, Derimod, Ümit Zaim” diye reklamlar vermeye başladık. Sahildeki bu mağaza bir anda çok rağbet gördü. Türk halkı ilk defa böyle dünya kalitesinde deri ceketlerle tanışıyordu. Hatta etiketlerin üzerinde ‘Derimod Ümit Zaim’ diye imzam bile vardı. Yumuşacık, renkli derilerden, çok güzel ceketler yapıyorduk. Ünümüz yalnız Türkiye’de değil, Avrupa’da da yayılmıştı. Derimod bu sektörde bir okul oldu. Bizden ayrılan birçok arkadaşımız gittikleri veya kendi kurdukları firmalarda çok güzel deri ceketler yapmaya başladılar. Türkiye’nin turistik bölgeleri bu güzel ceketlerle doldu, zira turistler bu ceketleri kapış kapış alıyordu. Bir anda Türk derisi dünyada da tanınır hale geldi. Başkanlığını yaptığım Türk Deri Tanıtım Grubu ile Antalya’yı Türk derisi reklamları ile donattık. Bu da çok ses getirdi. Bugün bile tax free rakamlarına baktığınız zaman turistlerin en çok para harcadığı ürünlerin başında deri ceket geliyor.
Bugün Derimod mağazalarında ceketten çok ayakkabı görüyoruz. Bu stratejik bir karar mı?
Evet, 20 yıl önce mağazalarımızın cirosunun %10-15’i ayakkabıydı, şimdi yine çok deri ceket satıyoruz ama ayakkabı işimiz çok büyüdü. Bugün ciromuzun %65’i ayakkabı, %35’i deri ceket. 1995’ten sonra birçok ilde AVM’ler açılmaya başladı. Biz de ilk yıllarda 5-6 mağaza açtık. Kışın çok güzel deri ceket satıyorduk ama yazın satışlar tabii ki çok düşüyordu. Genelde ortalamada zarar ediyorduk. Ya mağazacılıktan çıkıp yalnız ihracata devam edecektik ya da yanında başka ürün de satacaktık. 45 yıl sırt sırta çalıştığım kız kardeşim Zerrin Zaim “Ayakkabıya girelim” fikrini ortaya attı. Biz aslında dericiydik. Ayakkabı bilgimiz yoktu. O ayakkabının başına geçti, ben ihracatın. 20 sene hayatını ayakkabıya verdi. Ayakkabı üretimi çok meşakkatli bir iş. Çok şükür bugün ayakkabı sektöründe A-B segmentinde açık ara piyasa lideriyiz.
Gerçekleştiremediğiniz bir hayaliniz var mı?
Şimdi iki oğlum işin başında, 90 adet mağazamız var, bunların çoğunluğu 350-400 metrekare büyüklüğünde mağazalar. Biz ilk jenerasyon olarak Türk derisini dünya markası yaptık, bizden sonraki jenerasyon da Türk ayakkabısını dünya markası yapmak için kolları sıvadı. Bu iş bir inanma meselesidir, deride yaptığımızı ayakkabıda niye yapmasınlar? Onlara bıraktığım misyon bu.
İş hayatınızın unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
1974’te Topkapı’da atölyeyi kurmuştum, her gün sabahın köründe işe gidiyor, cumartesi dahil 12 saat çalışıyordum. Rahmetli annem “Oğlum sen ne yapıyorsun, gelip bir göreyim” dedi ve ertesi gün atölyeye geldi. Benim üzerimde beyaz bir iş gömleği vardı, boynunda mezura olan bir ustayla konuşuyordum. Annem beni o halde görünce gözleri doldu ve “Vah vah oğlum, ben seni kolejlerde okuttum, sen meğer terzi olmuşsun.” dedi. Sonra gelişmeleri gördükçe iftihar etmişti.
Yabancılarla yaşadığınız enteresan bir anınız var mı?
40 yaşındayken Musevi kökenli Hollandalı bir işadamı müşterim bana bir gün “Bak Mr. Zaim, 50 yaşından sonra işini artık hobi olarak yapman lazım” demişti. Şimdi düşünüyorum da, burası Hollanda veya Norveç değil ki, biz her on yılda bir kriz yaşıyoruz. Ya sektör krizi ya da ülkedeki ekonomik kriz… O zaman adama “Sen on yılda bir kriz yaşamak nedir, bilir misin?” diye soramamıştım.
İşiniz gereği çok fazla yurt dışı seyahat gerçekleştiriyorsunuz. Bunlardan aklınızda kalan bir hikâyenizi dinleyebilir miyiz?
Allah vergisi acayip bir gözüm vardır. Hangi modelin satacağını hemen anlarım. 25 yıl önce Türkiye’den Düsseldorf’a gidiyordum, uçakta erkek bir yolcuda çok güzel bir ceket gördüm, Alman’dı, ceket de lacivert… Ceketin kolunun üst kısmında bir fermuar vardı. İstersen kol o fermuar ile ceketten ayrılıyor ve yeleğe dönüşüyordu. Ceketi çok beğendim. Uçaktan inince adamı takip ettim, tam havaalanından çıkarken yanına gittim. “Affedersiniz ben bu işi yapıyorum, ceketinizi çok beğendim. Acaba size iki misli bedeli versem bu ceketi bana verir misiniz?” dedim. Tabii adam önce çok şaşırdı, baktı ki ben çok ciddiyim, gülümseyerek “O zaman 1.000 Mark vermeniz lazım” dedi, tabii o zaman için iyi bir paraydı, ben de “buyurun 1.000 Mark” dedim. Üstünden ceketi aldım, sonra o ceketin cebini değiştirdim ve o modelden en az 20.000 adet sattım.
Hüsranla biten kararlarınız oldu mu?
Çooook… Bir akil dostuma “Şimdiki aklım olsaydı şunları kesinlikle yapmazdım” dedim. O da “Bunları o zaman yapmasaydın, şimdiki aklın olmazdı” dedi. Doğru lafa ne denir. Ali Poyrazoğlu’nun “Ben hatalarımın üniversitesinden mezun oldum” sözünü çok severim. 1990’larda entegre üretim yapmak modaydı, yani tekstilde hem kumaşı üreteceksin hem de konfeksiyon ve pazarlama yapacaksın. Biz de bu akıma kapıldık ve Çorlu’da tabakhane yatırımına girdik. Hem tabakhane, hem deri konfeksiyon, hem de ihracat bize ağır geldi. Hem dış modayı çabuk takip anlamında, hem de finansman anlamında zorlanıyorduk. 2001 krizinde dersimizi aldık ve tabakçılıktan çıktık. Bugün mühim olan marka ve koleksiyondur.
Yurt dışı seyahatlerinizden enteresan bir anınızı anlatır mısınız?
15 yıl önce Münih havaalanında check-in yaptıktan sonra bir kafeye oturarak uçağın anonsunu beklemeye başladım. Aynı kafede bir masada bir kız ve bir erkek vardı ve aralarında Almanca balayında nereye gideceklerini konuşuyorlardı.
Ben de kulak misafiri oldum. Balayı için birkaç ülkenin ismi geçti, sonra kız “Türkiye’ye gidelim” dedi, erkek de “Ne yani deri ceket mi almak istiyorsun?” diye kıza takıldı. İşte o zaman dünyada Türk derisini getirdiğimiz noktayı anladım.